İNSANLAR NEDEN ANLATMA İHTİYACI DUYMAKTADIR?
İnsan, canlılar âlemi içerisinde yer alan
biyopsikososyal ve sezgisel bir varlıktır. İnsanın biyolojik, psikolojik,
sosyal ve sezgisel bir varlık olması onun idrak edebilme, düşünebilme,
hissedebilme yetisini de beraberinde getirmektedir. Tıpkı diğer canlılar gibi
biyolojik bir mekanizmaya sahip olan insan, çok karmaşık düşünebilme yetisi ile
de onlardan ayrılan bir türdür.
Tabiatının gelişmişliği gereği insanın
gereksinimlerinin diğer canlılara nazaran karmaşık ve çok olduğu
söylenilebilir. Ancak tüm bu karmaşık gereksinimlerin temelini oluşturan
motivasyonun, insanın hem kendini hem de diğerlerini anlamak ve anlatmakla ile
birlikte anlamlandırma gereksinimi olduğu düşünülmektedir.
İlk çağlardan itibaren düşünüldüğü zaman
"İnsanın kendisini ve başkalarını anlama ve anlatma eğilimi, merakı,
insanın varoluşuyla başlamıştır denilebilir.
“İlk insan önce kendi yüzüyle, gözüyle,
bedeniyle ilgilenmiş, bunları merak etmiş, durgun suya yansıyan görüntüsüyle
kendisini anlayıp tanımaya çalışmıştır. Daha sonra bakınca kendisini gösteren
cam ya da maden levhalardan yararlanmış, sonunda aynayı bulmuştur. Aynayla
beden yapısını anlayan, tanıyan insan, ruhsal yaşantısını da anlatan, tanıtan
aynalar tasarlamıştır." (Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, 2005, s. 20, Altın
Kitaplar Y.) Bu aynalar da insanın kendini anlama ve anlatma gereksinimini
karşılamak için kullandığı yollardan birisi olmuştur. İnsan, ilkel zamanlarda
da medeniyetin ilerlediği zamanlarda da bu yolları çeşitli etkenlerle birlikte
çoğaltmıştır. Örneğin dans etmiş, ritim tutmuş, müziğe başvurmuş, mağara
duvarlarına resimler yapmış, dili üretmiş, konuşmuş ve yazıyı bulmuştur.
İnsanın anlama gereksinimi, anlatma gereksinimi ile birleşerek insanın farklı
anlatım yolları geliştirmesini sağlamıştır. Böylelikle insan, hem kendini hem
diğerlerini anlamak için anlatma gereksinimi ile dünyayı anlamlandırmaya
çalışmıştır.
İNSANLAR NEDEN YAZARAK ANLATMA İHTİYACI DUYMAKTADIR?
İnsanın düşünen bir varlık olması, onu diğer
canlılardan ayıran ve üstün kılan bir özelliktir. Bu özellik, insanın
düşünebilmesi gelişmiştir. Nitekim düşünce ve dil, birbiriyle paralel bir
gelişim seyri içindedir ki insan, dil ile düşünür. Aynı zamanda sosyal bir
varlık olan insanın birbirleriyle anlaşma ihtiyacıyla ortaya çıkan dilin en
önemli işlevlerinden birisi de düşüncelerini ve duygularını anlatma, diğer
insanları anlama ve böylelikle de anlaşmayı sağlayarak varlığını dünya üzerinde
konumlandırmasını sağlamaktır.
İnsan, dil ile anlatarak ve anlayarak
türdeşleri tarafından anlaşılınca benliğini, varlığını anlamlandırır ve dünya
üzerinde konumlandırır.
Bu yüzden tarih boyunca insan, kendini ifade
etmek çeşitli yollara başvurmuştur. Örneğin, ilk çağlarda mağara duvarlarına
resimler yaparak, çeşitli sesler çıkararak duygularını, düşüncelerini ve
yaşantılarını anlatmış; anlaşılmak için çabalamıştır. Zamanla gelişen bilişsel
sistem ve gereksinimler neticesinde harflere ve seslere dayanan dil ortaya
çıkmıştır. Dilin konuşma ve yazma boyutu anlatma; dinleme ve okuma boyutuyla da
anlama gerçekleşmektedir. Gerek resim, gerek ses, gerekse dil ile
gerçekleştirilmeye çalışılan, anlatmak, anlamak ve anlamlandırmak olmuştur.
Gelişen düşünce sistemi ile birlikte insanın yazarak anlatmasının bir
gereksinim olduğuna inanılmıştır.
İnsanlar kendilerine özgü tepkilerle yaşadıklarını anlatırlar. Bu tepkilerden birisinin de yazmak olduğu söylenebilir. Hatta ruhsal bütünlüğü tehdit eden yaşantılardan sonra insanın bilinç dışı bir yönelimle, ruhsal bütünlüğünü ve ruh sağlığını koruyabilmek için yazarak anlatma gereksinimi duyduğuna inanılmaktadır. Çünkü insan yazarak düşüncelerini fark edebilmekte, onları düzenleyebilmekte, kendi içindeki dengeleri kurmakta, içsel gücünü verimli bir şekilde kullanmakta böylelikle de ruh sağlığını koruyabilmekte ve yaşamda varlığını konumlandırabilmektedir.
İnsanlar kendilerine özgü tepkilerle yaşadıklarını anlatırlar. Bu tepkilerden birisinin de yazmak olduğu söylenebilir. Hatta ruhsal bütünlüğü tehdit eden yaşantılardan sonra insanın bilinç dışı bir yönelimle, ruhsal bütünlüğünü ve ruh sağlığını koruyabilmek için yazarak anlatma gereksinimi duyduğuna inanılmaktadır. Çünkü insan yazarak düşüncelerini fark edebilmekte, onları düzenleyebilmekte, kendi içindeki dengeleri kurmakta, içsel gücünü verimli bir şekilde kullanmakta böylelikle de ruh sağlığını koruyabilmekte ve yaşamda varlığını konumlandırabilmektedir.
Uz. Klinik Psikolog Ezgi YAZ
Kaynak: Ezgi
Yaz, Yüksek Lisans Tezi, 2015, Yazma Becerisinin Gereksinim Haline Dönüşmesini
Sağlayan Etkenler ve Bu Etkenlerin Türk Edebiyatından Örneklerle
Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türkçe
Eğitimi Anabilim Dalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder