30 Ekim 2015 Cuma

ÖMÜR AN'DAN İBARET (Farkındalık)


 

 
GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki:

- Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden!

                                                              Cahit Sıtkı TARANCI

                Ömür denilen şey andan ibaret… Mutluluk da öyle. O ne geçmişte ne de gelecekte… Ömür de mutluluk da şimdide… Bu yüzden hiçbir şeyi ertelemeyelim yarınlara… Yarın ne ki? Göreceli bir zaman... Kaybolduğumuz sonsuzlukta fark edelim şimdiyi. Tüm içtenliğiyle, lirizmiyle doya doya yaşayalım anı… Penceremizden eksiltmeyelim mutluluğu… Şairin dileğinde olduğu gibi…

                                                 

                     Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz
                     (12.05.2010)
      

29 Ekim 2015 Perşembe

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK



                       
 
Her insanın ruhunun derinliklerinde yaşayan bir çocuksu yan vardır. O çocuksu yanımız bize, fısıldar, seslenir, bağırır... Dostluk çağrısıdır bu... Oysa, biz bu masum sesi bazen duyarız bazen duymayız… Hatta bazen de duymamazlıktan geliriz... O sese kulak vermenin bizi güçsüzleştireceğinden korkarız. Utanırız... Yetişkinlik kisvesi altında kalıplaştırmaya koşullandığımız ruhumuzun çocuksuluğunu zayıflık olarak algılarız... Oysa ne kadar yanlıştır bu... Hepimizin içinde duyulmayı, önemsenmeyi ve yetişkin yanımızla dost olarak onunla bütünleşmeyi bekleyen bir çocuksu yanımız vardır. Biz onu görmedikçe, görmezden geldikçe büyürüz büyümesine de bir türlü olgunlaşamayız, kendi ruhumuzla huzurlu olamayız... Bu yüzden kabullenmeliyiz çocuksu yanımızı, onunla dost olarak yaşamın tadını çıkarmalı, onunla bilemeliyiz ruhumuzu...
                                  Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz
 

ERTELEMEK

                                          

                    (Fotoğraf, Ara Güler'e aittir)
 
SEVGİLERDE

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
 
                                                           Behçet Necatigil

              Ne zaman Behçet Necatigil’in “Sevgilerde” şiirini okusam aklıma Ara Güler’in bu fotoğrafı gelir. İçimi bir burukluk kaplar. Bu
fotoğraf bana hakkını vererek yaşamayı bilinçli ya da bilinçsizce erteleyen insanları hatırlatır. Keşkelere, pişmanlıklara, yalnızlıklara gebe kalan,
onları doğuran, büyüten, besleyen ve çoğaltan mutsuz insanları… Böyle zamanlarda kendime gelir,  hatırlarım ertelediğim kendimi, sevdiklerimi, 
hayallerimi, bir türlü sözde zamansızlığımdan yapamadıklarımı… Hemen harekete geçer, elime bir kâğıt ve kalem alır, başlarım
listelemeye ertelediklerimi. Listemin yanına da yapacaklarım tarihlerini yazarım. İçimi büyük bir huzur kaplar. Listemdeki maddeleri 
gerçekleştirdikçe de yanına bir tik atarım. Mutlulukla ışıldar, keşkelerin,  pişmanlıkların, yalnızlıkların karanlığını
kendimden uzaklaştırırım.

             Hadi şimdi, siz de ertelediklerinizi ve yapmak istediklerinizi yazın ve yapın… Göreceksiniz ki içinizi büyük bir huzur kaplayacak.


     ERTELEDİKLERİM      YAPACAKLARIM       TARİHİ

.......................................................................

 ......................................................................

.......................................................................
 
.......................................................................

                                
                                            Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz

MÜZİK EĞİTİMİNİN ZEKA, MATEMATİK BECERİLERİ VE DİL GELİŞİMİ İLE İLİŞKİSİ



 

           Kanada McMaster Müzik ve Zihinsel Gelişim Enstitüsü Müzik Eğitimi ve matematik becerileri, Müzik Eğitimi ve zeka, Müzik Eğitimi ve Dil gelişimini araştırmış. Beyin etkinliğini ölçmede yararlandıkları yöntemse "manyetoensefalografi" Bu teknik senkronize biçimde etkinleşen bir sinir hücresi grubunda üretilen elektrik alanlarının etkisiyle, beynin manyetik alanını ölçmeye dayanıyor.
             Ölçümlerini bir yıl içinde dört kez yineleyen araştırmacılar, müzik eğitimi alan grupta müzikle ilgili (ancak müzik bilgisine dayanmayan) becerilerin yanısıra içeriği müzikle ilgili olmayan okuma, matematik özellikle de sözel ve genel bellek becerilerinin, diğer gruptan ayırdedici ölçüde üstün olduğunu gözlemlemişler. Tüm bu sonuçların devreye giren sinir hücresi grupları ve oranlarıyla ilişkilendirilmiş olmasıyla, çalışmayı öncekilerden daha güçlü ve iddialı hale getiriyor.
 
                                 Oxford University Press, 20 Eylül 2006
 
              

28 Ekim 2015 Çarşamba

"Sabır, ağrıları dindiren acı bir ot gibidir. Hem can yakar hem de tedavi eder." Mevlana



SEVGİNİN VAR OLUP OLMADIĞI NASIL ANLAŞILIR?

             
         
 
            İnsanlar yaradılışı gereği kendilerini anlama, anlatma ve böylelikle de varoluşlarını anlamlandırma gereksinimi içerisindedir... Bir insanın kendisini anlaması için hem kendisinin hem de kendisi dışındaki insanların ve hayvanların duygularının farkında olup onları doğru anlamlandırabilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde insanlar henüz duyguları ile düşünceleri arasındaki ayrımı bile yapamayabiliyorlar.. Bunun yanı sıra kavramların içeriği çeşitli sebeplerle sözcüklere verilen anlamlarla sınırlanıp içi boşalabiliyor... Duygular da bu içi boşalmaya yüz tutmuş kavramlar gibi anlam aşımına uğrayabiliyor... Elbette her kavramdan anlaşılanların herkeste yüzde yüz aynı olması mümkün değil... Ancak anlaşılanların ortaklığının yüzde onlarda kalmasının sonucunun iletişim sorunlarının baş göstereceğinin ve zamanla kişilerin derin bir yalnızlığa sürükleneceğinin tehlikeli işaretidir... Hal böyle olunca insanlar "Artık sevgi ve aşk diye bir şey yok; eskidenmiş...", "Güvenilecek insan yok." vb. bilişsel çarpıtmalara başvurarak kendisine zarar vermeye başlıyor... İşte bu durumu önlemenin en önemli yollarından birisi kişinin öncelikle kendi duygularının farkında olması ve duyguya dair beklentilerini aklının ve mantığının süzgecinden geçirerek gönlünce sorgulaması... Bunu yaparken de o duygu kavramının içeriğinin özünü nelerin oluşturduğunu bilmesi...
           Bu yazımda sevginin bir sanat olduğunu savunan ve sevginin psikolojisi üzerinde çalışan psikoloji kuramcılarından Erich Fromm'un yazılarından, sevgi duygusunun özünü teşkil ettiğine inanarak can-ı gönülden katıldığım şu satırlarını sizinle paylaşmak istedim:
               
         "Sevgi, iki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanması, dolayısıyla her birinin de kendisini varlığının özünden tanıması durumunda doğabilir ancak. İnsan gerçekliği de canlılığı da sevginin temeli de işte bu "özden tanıma" yaşantısında yatar. Böyle yaşanan sevgi sürekli bir meydan okumadır; bir dinlenme yeri değil, tersine, birlikte oluşma , büyüme ve çalışmadır; uyum ya da çatışma, neşe ya da üzüntü olup olmaması bile önemsizdir artık; temel gerçek şudur; iki insan birbirlerini varlıklarının özünden tanır. Kendilerinden kaçma şöyle dursun, kendilerini buldukları için bir olurlar. Sevginin var olduğuna bir tek kanıt vardır ancak; bağlılığın derinliği, seven kimselerin canlılığı ve güçlülüğü; budur sevginin bulunduğunu gösteren meyve..."
 
 
                                             Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz

EĞİTİM PSİKOLOJİSİ- NASIL ÖĞRETMELİ?



              
 
        
          Bu yazımda olduğu gibi psikoeğitimlerim ile verdiğim eğitimlerde, konferanslarda metaforlardan, şiirlerden, hikâyelerden, atasözlerinden ve bu türleri de içinde edebiyatın zenginliğinden çokça faydalanıyorum… Böyle bir yaklaşımı tercih etmemde pek çok sebep var… Bunlardan bazılarını ve belki de benim için en önemlilerini burada yer vereceğim konu bağlamında şöyle söyleyebilirim:
1.     Kullandığım hikâyeler, metaforlar vb. psikolojinin edebiyat tercümesi gibi… Psikoloji ve Edebiyat disiplinlerine olan hâkimiyetim neticesinde anlatmak istediğim bilimsel konuların neredeyse yüzde doksan, yüzde yüz denecek kadar örtüşenlerini seçiyorum.
2.    Bu seçtiklerim sayesinde bilimsel terimleri, kuramları, metotları ayrıntıları ile anlatıp gereksiz bilgi yoğunluğu ile zihinleri bulandırmaktan uzaklaşıyorum.
3.    Böylelikle, anlattıklarımın anlaşılması daha kolay oluyor ve daha çok akılda kalıyor. Neticede anlatmak istediklerim algılanıp öğreniliyor.
 
Burada Gelişim ve Eğitim Psikolojisi’yle örtüşen bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Abdülbaha’nın “Öğretmen ile Bahçıvan” adlı hikâyesi bir insana bir şey öğretmek istediğimizde öncelikle neyin farkında olmamız ve bu isteğimize ulaşmak için nasıl bir yaklaşım göstermemiz gerektiğini ne de güzel anlatıyor:
 
                   “ ÖĞRETMEN İLE BAHÇIVAN
Bir öğretmen çeşitli bitkilere bakan bir bahçıvan gibi çalışır. Bir bitki güneşi, diğeri serin gölgeyi sever, biri akarsu kıyısını, diğeri çorak dağ tepesini sever. Biri kumlu toprakta gelişirken, diğeri bereketli topraklarda gelişir. Hepsinin kendine en uygun bakıma ihtiyacı vardır; yoksa sonuç başarısız olur.”
 
                              Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz

ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ GENÇLERİN DENEYİMLEDİKLERİ HAYAL KIRIKLIĞININ VE BUNUNLA İLİŞKİLİ DUYGULARININ MÜZİKLE İFADESİ


                                    
     
        "Özellikle 20. yy varoluş felsefesinin önemli bir öğesi olan angst, diğer bir deyişle korku ya da kaygı kavramı, günümüz dünyasındaysa kendi kişisel sorumluluklarımızla, sosyal rollerimize ilişkin başkalarına karşı duyduğumuz sorumluluklar arasındaki engellenme durumunu betimliyor. Ergenlik dönemindeki gençlerin deneyimledikleri hayal kırıklığı ve ilişkili duyguları da tanımlayan angst, punk, rock, heavy metal, grunge gibi müzik türlerindeki melankoli, uyumsuzluk ve heyecan öğeleriyle de yakından ilişki içinde bulunuyor."

        TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi'nin Kasım 2006 Sayısının eki:
Modern Korkularımız/ Depresyon- Kaygı- Stres

DİNLEDİĞİ MÜZİK ÇOCUĞUN KARAKTERİNİ ETKİLİYOR


"Yazmasam deli olacaktım..." Sait Faik Abasıyanık


YALNIZLIK VE YAZIYLA TERAPİ


 
 
«Yazmak başka oluyor
Azalır yalnızlığım,
Bu çizgiler de olmasa
              çıldırırdım.»
                
 
Behçet Necatigil
 
 
 
 

ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMATİK YAŞANTILARI VE YAZIYLA TERAPİ

              
              Bir çocuğun annesini veya babasını yitirmesi, onun için oldukça acı bir travmatik yaşantıdır.... Hele ki bir çocuğun annesini ve babasını art arda yitirmesi onun ruhunda onulması zor yaralar açmakta ve kişinin ruhsal bütünlüğünü tehdit etmektedir...
             Kişilerin yaşadıkları zorlayıcı yaşantılarıyla baş etmelerinin yolları farklı olsa da pek çok kişi için yazmak travmatik yaşantıları saran, iyileştiren ve hatta eskisinden daha dayanıklı hale getiren bir şifalı eldir...
             Yazmak, travmatik yaşantılarda ruhsal bağışıklık sisteminin devreye girerek kişinin bilinçdışı bir güdümle acıyla başa çıkmasını sağlayan ve o acının algılanan yoğunluğunu azaltarak uzun vadede kişiyi güçlendirip o acıyı yok eden ruhsal bütünlüğünü koruyan  iyileştirici bir mekanizmadır...
             Türk Edebiyatı'nın Kıymetli yazarlarından İnci Aral da küçük yaşlarda anne ve babasını kaybetmiştir... Yazarak ruhundaki yaraları sarıp iyileştirmiş ve böylelikle hayata tutunmuştur:
              
«Her zaman yazmayı bir terapi olarak gördüm. Terapiye gitmektense yazmayı yeğlerim. Yazmak beni iyileştirdi. Çünkü benim çok zor bir çocukluğum oldu. Çok küçük yaşta anne babamı kaybettim. Ailemiz dağıldı. Okumak ve yazmak beni hem daha iyi bir insan yaptı, daha sevgi dolu, daha vicdanlı bir insan haline getirdi. İnsanı öğrendim çünkü. Hem de doğrudan yazarak iyileştim ben. O ruhumdaki yaraları iyileştirdim
                                              
                                                                        İnci Aral
 

 
      Türk Edebiyatı'nın Kıymetli yazarlarından Ahmet Haşim de çocukluk çağında, çok düşkün olduğu annesini kaybetmiştir... Annesinin ölümünün ruhunda yarattığı tahribatın izlerini ilk şiirlerine yansıtmıştır... Şiirlerinin hayali aleminde annesinin merhametli kollarını, çocukluğunu yaşatarak bu travmatik yaşantıyla baş etmiş; böylelikle de hayata tutunmuştur...
    
      

 
 
       Yazarak çocukluk çağı travmatik yaşantılarıyla baş edip hayata tutunan pek çok insan vardır. Hem Türk Edebiyatı'nda hem Dünya Edebiyatı'nda... Konu ile ilgili merakınız var ise yüksek lisans tezlerimi okuyarak bu konu hakkında daha ayrıntılı bir bilgi edinebilirsiniz...
       Belirtmeliyim ki yazmanın iyileştirici etkilerini yalnızca edebiyat dünyasında görülmemektedir. Yaşamın her alanında yazmanın  iyileştirici etkilerini görmek, deneyimlemek mümkündür...
     Araştırmalarımda, kişisel çalışmalarımda, gözlemlerimde;  danışanlarıma ve öğrencilerime uyguladığım "Yazıyla Terapi" ile yazının iyileştirici etkisini görmeye devam etmekteyim... Ancak şu an burada, Psikoloji Bilimi'nin etik ilkelerinden "gizlilik" gereğince bu çalışmalarımıza yer vermeyi uygun görmüyorum... Danışanlarımdan ve öğrencilerimden izin aldıktan sonra; onların isimlerini gizleyerek geliştirip uyguladığım "Yazıyla Terapi" seanslarından örnekleri yeri geldikçe sizinle paylaşmayı umut ediyorum..
 
                                             Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz 
       
 
       
 
     

RUH SAĞLIĞI VE YARATICILIK


         
             
         Yaratıcılık, ruh sağlığını korur ve hatta pek çok ruhsal hastalığın iyileşme sürecine katkıda bulunur... Bu yazımda hem “Ruh Sağlığı kavramının ne olduğunu ana hatlarıyla açıklamaya hem de “Ruh Sağlığı”nın yaratıcılık ile bağlantısını ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağım:
       “Ruh sağlığı kavramının çağa, topluma ve bireyin gelişim dönemlerine göre değiştiği bilinmektedir. Bu değişkenlik ve göreceliği göz önünde tutarak, ‘Ruh sağlığı, kişinin var olan gücünü verimli bir şekilde kullanması ve çevresine etkin uyum sağlaması durumudur’ diye tanımlanabilir. Bunu başarabilmesi için kişi, kendine karşı olumlu ve sağlıklı bir tutum geliştirmelidir; kendini benimsemeli ve saygın bir kişi olarak görebilmelidir; gücünü verimli bir şekilde kullanabilmelidir.” (Bakırcıoğlu, 2007) Yaratıcılık da dolaylı olarak bunları sağlamakta, aynı zamanda yaratıcılığın işlevlerinden bazılarıyla ruh sağlığının amacı örtüşmektedir. “Ruh sağlığı diye anılan bilim dalının amacı, kişinin ruhsal hastalıklarına karşı savunma gücünü artırmak, hastalıklardan korunmasına çaba göstermek ve gizilgüçlerini verimli bir şekilde kullanmayı başararak daha mutlu yaşamasını sağlamaktır.” (Bakırcıoğlu, 2007)
 Yaratıcılık (yazmak, resim yapmak, beste yapmak vb.) da doğrudan veya dolaylı olarak ruh sağlığının amacını gerçekleştirmektedir... Yaratıcılık içermeyen doğrudan ifade ediş biçimleri de kişilerin ruh sağlığını korumasına yardımcı olur...  Çünkü ifade etmek, anlatmak kişinin var olan gücünü kullanması yolunda, yaratıcılığı ortaya çıkarmada azımsanamayacak kadar önemli bir basamaktır...
                                                         Uzman Klinik Psikolog Ezgi Yaz
 
Yararlanılan Kaynaklar: Rasim Bakırcıoğlu, Ruh Sağlığı ve Uyum Bozuklukları, Ankara 2007, Anı Yayıncılık.

YAZIYLA TERAPİ ÜZERİNE....



                                                   

            Yazmak, kendimize yaptığımız, içsel bir keşif yolculuğudur. Sırt çantamızı alıp nereye gideceğimizi bilmeden, geriye dönüşü düşünmeden başlanılan yolculuklara benzer... Bir tür seyyahlıktır...
            Yazarak kendimizi keşfe çıkma cesaretini göze aldığımız zaman, kendi gizemimizi çözmeye başlarız. Farkındalıktır bu. İçimizde olan bitenlerin farkına vardığımızda, yarım kalmışlıklarımızı, bize acı veren, bizi
üzen yaşantılarımızla karşılaştıkça, güçlü yanlarımızı keşfettikçe onları tekrar değiştirip yapılandırma gücümüze güç katarız. Böylelikle, onları yapılandırır, değişir, ruhsal olarak da gelişiriz... Yaralarımızı sararız, şifalanırız... Kendimize dair keşfettiğimiz yeni diyarlar da cabası... Bir ömrümüze binlerce ömür sığdırırız....
           O halde, durmak niye... Bir kalem ve bir kağıt yeter bize... 

                                                                          Uzman Klinik Psikolog Ezgi YAZ