30 Aralık 2015 Çarşamba



"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için...
Düşünmekten korkuyor, sorunluluk getireceği için...
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için..."

William Shakespeare




 

27 Aralık 2015 Pazar


 
 
 
YAZMAK İLE ZİHİNDEKİ DÜŞÜNCELERİ DÜZENE SOKMA EĞİLİMİ ARASINDAKİ İLİŞKİYE DAİR
 
İnsan, güven ihtiyacından ve var olma gayesinden olsa gerek; belirsizliğe tahammül edemez... Yaşamındaki her şeyin kontrolünün elinde olmasını ister. Bunun bir göstergesi de insanın ruhsal olarak zihnindeki düşünceleri düzene sokma eğilimidir. Bu yüzden de insan, varlığını algıladığı her şeyi zihninde bir düzen halinde sınıflar. Zihinsel gelişimle birlikte gelişen bu sınıflama aynı zamanda dil gelişimine paraleldir.
 
"Dil hem algısal süreçleri etkiler, hem de belli tür düşüncelerin daha kolaylıkla ifade edilmesini sağlar. Fakat dil, düşüncenin içeriğini de bütünüyle belirleyemez; önemli bir algısal olay varsa ve bu olayın mutlaka sözle ifadesi gerekiyorsa, düşünce kendisine yeni bir kelime, bir kavram yaratarak yeni kavram ifadesini bulur. Böylece dil ve düşünce birbirlerini karşılıklı  sürekli olarak etkiler. (Cüceloğlu, 2009, s. 214). Dil ve düşünce birbirleriyle etkileşerek birbirlerini somutlar.
 
İnsan, yaradılışı gereği düşüncelerini düzene sokma eğilimine sahiptir ve zihnindeki düşünceleri düzene sokamazsa kendisini huzursuz hisseder, kaygısı artar, duygularının ve düşüncelerinin hatta davranışlarının kontrolünü kaybetmeye başlar. Çünkü yazmak, zihni sağlıklı bir analitik düşünce sürecine sokma işlevselliğine sahiptir...
 
İnsanın yaşadıklarını anlaması, anlamlandırması için de varlıkların dilde ve zihinde karşılığını bulmak ön koşuldur. Ancak zihinde somutlaşan kavramlar , düzen dahilinde olmadığı zaman  insan, hayatında olan biteni anlamlandıramaz.
 
İnsan, yaşadıklarını anlamak ve anlamlandırmak için de zihnindeki düşüncelerini düzene sokma gereksinimi duyar. İnsanın, düşüncelerini somutlayarak var etmesinin yollarından birisi de onları yazmaktır. Bu yüzden insan yazma gereksinimi duyar.
 
İnci Aral'ın yazmak için söyledikleri şu sözler de yukarıdaki anlatılanlara bir örnek teşkil etmektedir:
 
"Şimdi durup kendime bakıyorum da bir şeyler süzülmüş, ayrışmış, hiç bir şeye şaşmama günlüğü gelmiş üstüme. Deneyim denen şey olmalı bu. Zaman aşındıran, bozandır ama bu bozulmayı bir biçim değişikliği, yenilenme, gelişme, dönüşüm olarak da görmek olasıdır." (Aral, 2004, s. 13) Burada düzülen her şey zihninde yazdıkça düzene sokulan düşüncelerdir. Kendisini yenileyen, dönüştüren ve geliştiren bir şeydir.
 
Kazım Karabekir'in "Hayatım" adlı eserinden onun yazma gereksinimini oluşturan etkenlerden birinin zihnindeki düşünceleri düzene sokmak olduğu görülmektedir:
 
"Daha rüştiye (ortaokul) sıralarında iken hayatımı yazmaya başladım. Başıma gelenleri muntazaman kaydetmekle lezzet duyuyordum. Sonraları günü gününe hayatımı not etmeye başladım." (Karabekir, 2008, s.19)
 
Ruhun aynası olan edebiyattan ise Pınar Kür'ün  "Küçük Oyuncu" romanındaki Semra yazma gereksinimini şöyle açıklar:
 
"Anlatmak zorundayım. İçimdekileri bir biçime, bir sıraya, bir düzene sokmak zorundayım." (Kür, 1985, s.9) Burada görüldüğü gibi Semra'nın yazma gereksinimini oluşturan etkenlerden birisi zihnindeki düşünceleri düzene sokma gereksinimidir.
 
Sözün özü yazmak varlığın göstergelerle somutlanmasıdır. İnsan zihnindeki düşünceleri düzene sokmak için yazma gereksinimi duyar ve yazmak zihinsel işleyişi belli bir düzene sokar.
 
                                            Ezgi YAZ
                                   Uzman Klinik Psikolog
                                     Psikolojik Danışman
 
Kaynak: Ezgi Yaz, Yüksek Lisans Tezi, 2015, Yazma Becerisinin Gereksinim Haline Dönüşmesini Sağlayan Etkenler ve Bu Etkenlerin Türk Edebiyatından Örneklerle Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı

 

26 Aralık 2015 Cumartesi




"Dinlenmek, hareketin efendisidir."
 
                               Lao Tseu




        DİNLENMEK


        Uykunuzu yeterince alamadığınızda, kendinizi ne kadar hırçın, değişken, hatta her an ağlayacakmış gibi hissettiğinizi bilirsiniz. Sakin ve stressiz bir yaşam için uyku ve dinlenme gereklidir. Stresle başa çıkamadığınız dönemlerde uykusuzluk sık rastlanan bir durumdur.
Kolay uyuyamıyorsanız, bunları deneyin :
  • Alışana kadar aynı saatte yatağa gidin. Yatmadan önce meditasyon yapabilir veya sıcak bir duş alabilirsiniz.
  • Ertesi gün yapmak istediklerinizin (veya endişelerinizin) bir listesini çıkarın. Sonra da uyumadan önce listenin sonuna bir çizgi çekin.
  • Kafeinden uzak durun, özellikle akşamları.
  • Uyumadan önce klasik bir roman okuyun. Televizyon, dergiler, gazeteler ve hareketli romanlar, uyarıcı etki yaratır.
  • Alkol almadan yatın. Uyku kaliteniz yükselecektir.
  • Rahat olun. Yatağınız ve yatak örtüleriniz rahat mı? Odanızın ısı derecesi sizin için yeterli mi?
  • Odanızda sizi rahatsız eden her şeyi değiştirin. Eşiniz horluyorsa, onu da odadan çıkarın.
  • Göz bantları ışığa karşı yardımcı olabilir.
  • Geceleri uyuyamıyorsanız, gün içinde kestirmeyi deneyin. Elinize anahtarlarınızı alıp koltuğa uzanın. Uykuya daldığınızda kaslarınız gevşeyecek ve anahtaarlar elinizden düşecektir; böylece siz de uyanırsınız. Bu kısa uyku sizi gün boyu dinç tutmak için yeterli olacaktır. Dinlenmenin keyfini çıkarın. Bir zaman tablosu hazırlayın ve dinlendiğiniz anlar için suçluluk hissetmeyin. Okuyun, yoga yapın, meditasyon yapın, bir hobi edinin veya akşamları kurslara gidin. Tatile gitmek için zaman ayırın hafta sonlarınızı mümkün olduğunca kendinize ayırın. Bu sizi kendinize getirecektir.                          
         Strese en iyi çarelerden biri kendinizi eğlendirmektir. Yaşamınıza biraz neşe katın. Kısa bir yürüyüş, komik bir tv dizisi izlemek veya sağlıklı bir yemek pişirmek bile stresle başa çıkmanıza yardımcı olur. Sizi neyin rahatlattığını ve keyiflendirdiğini bulmak, yaşamınızın geri kalanı için çok faydalı olacaktır.

         Rahatlama

         Rahatlamanıza yardımcı olan 5 şeyi hiç düşünmeden yazın. Bir kadeh şarap içmek, geziye çıkmak, arkadaşlarla sohbet etmek veya güneşin altında uzanmak bile olabilir.
  1. .........................................................................................................................................
  2. .........................................................................................................................................
  3. .........................................................................................................................................
  4. .........................................................................................................................................
  5. .........................................................................................................................................
   
          Bu yazdıklarınızdan en az birisini yaşamınıza katmak için neden vazgeçmeniz gerekiyor ?

          
          Bir hafta boyunca yatağa her zamankinden yarım saat erken gidin ve neleri değiştiriyor, görün.
          Bebekler için şöyle derler: " Ne kadar çok uyurlarsa, o kadar çok uyurlar". Her zamankinden yarım saat önce uyuamayabilirsiniz, ama uyumadan önceki yarım saati rahatlayarak geçirirseniz, uykuya çok daha kolay dalarsınız. Kitap okuyabilir ya da dinlendirici  klasik ve caz dinleyebilirsiniz. Hatta güzel bir kitaba başlayabilir ya da okumakta olduğunuz kitabı bitirebilirsiniz. Yatakta geçen zamanda rahatlayın.

 
KAYNAK : Benim Büyük Kitabım - Kendi Yaşam Koçun Ol! /Nina Grunfeld / Kaizen

23 Aralık 2015 Çarşamba




        "Yazmak, en derin duygularımızı ve düşüncelerimizi iç huzuruyla dışa vurma cesareti duyduğumuz bir dost sohbetidir... Her daim yanımızda olan, sırrımızı tutan, yargılamayan, anlayan, rahatlatan ve tüm kalbimizle güvenirliğinden emin olduğumuz türden bir dostluktur yazmak..."

                                                                       Ezgi Yaz
                                                               Uz. Klinik Psikolog
                                                               Psikolojik Danışman

20 Aralık 2015 Pazar




İNSANLAR NEDEN ANLATMA İHTİYACI DUYMAKTADIR?


İnsan, canlılar âlemi içerisinde yer alan biyopsikososyal ve sezgisel bir varlıktır. İnsanın biyolojik, psikolojik, sosyal ve sezgisel bir varlık olması onun idrak edebilme, düşünebilme, hissedebilme yetisini de beraberinde getirmektedir. Tıpkı diğer canlılar gibi biyolojik bir mekanizmaya sahip olan insan, çok karmaşık düşünebilme yetisi ile de onlardan ayrılan bir türdür.
Tabiatının gelişmişliği gereği insanın gereksinimlerinin diğer canlılara nazaran karmaşık ve çok olduğu söylenilebilir. Ancak tüm bu karmaşık gereksinimlerin temelini oluşturan motivasyonun, insanın hem kendini hem de diğerlerini anlamak ve anlatmakla ile birlikte anlamlandırma gereksinimi olduğu düşünülmektedir.
İlk çağlardan itibaren düşünüldüğü zaman "İnsanın kendisini ve başkalarını anlama ve anlatma eğilimi, merakı, insanın varoluşuyla başlamıştır denilebilir.
“İlk insan önce kendi yüzüyle, gözüyle, bedeniyle ilgilenmiş, bunları merak etmiş, durgun suya yansıyan görüntüsüyle kendisini anlayıp tanımaya çalışmıştır. Daha sonra bakınca kendisini gösteren cam ya da maden levhalardan yararlanmış, sonunda aynayı bulmuştur. Aynayla beden yapısını anlayan, tanıyan insan, ruhsal yaşantısını da anlatan, tanıtan aynalar tasarlamıştır." (Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, 2005, s. 20, Altın Kitaplar Y.) Bu aynalar da insanın kendini anlama ve anlatma gereksinimini karşılamak için kullandığı yollardan birisi olmuştur. İnsan, ilkel zamanlarda da medeniyetin ilerlediği zamanlarda da bu yolları çeşitli etkenlerle birlikte çoğaltmıştır. Örneğin dans etmiş, ritim tutmuş, müziğe başvurmuş, mağara duvarlarına resimler yapmış, dili üretmiş, konuşmuş ve yazıyı bulmuştur. İnsanın anlama gereksinimi, anlatma gereksinimi ile birleşerek insanın farklı anlatım yolları geliştirmesini sağlamıştır. Böylelikle insan, hem kendini hem diğerlerini anlamak için anlatma gereksinimi ile dünyayı anlamlandırmaya çalışmıştır.





İNSANLAR NEDEN YAZARAK ANLATMA İHTİYACI DUYMAKTADIR?


İnsanın düşünen bir varlık olması, onu diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan bir özelliktir. Bu özellik, insanın düşünebilmesi gelişmiştir. Nitekim düşünce ve dil, birbiriyle paralel bir gelişim seyri içindedir ki insan, dil ile düşünür. Aynı zamanda sosyal bir varlık olan insanın birbirleriyle anlaşma ihtiyacıyla ortaya çıkan dilin en önemli işlevlerinden birisi de düşüncelerini ve duygularını anlatma, diğer insanları anlama ve böylelikle de anlaşmayı sağlayarak varlığını dünya üzerinde konumlandırmasını sağlamaktır.
İnsan, dil ile anlatarak ve anlayarak türdeşleri tarafından anlaşılınca benliğini, varlığını anlamlandırır ve dünya üzerinde konumlandırır.
Bu yüzden tarih boyunca insan, kendini ifade etmek çeşitli yollara başvurmuştur. Örneğin, ilk çağlarda mağara duvarlarına resimler yaparak, çeşitli sesler çıkararak duygularını, düşüncelerini ve yaşantılarını anlatmış; anlaşılmak için çabalamıştır. Zamanla gelişen bilişsel sistem ve gereksinimler neticesinde harflere ve seslere dayanan dil ortaya çıkmıştır. Dilin konuşma ve yazma boyutu anlatma; dinleme ve okuma boyutuyla da anlama gerçekleşmektedir. Gerek resim, gerek ses, gerekse dil ile gerçekleştirilmeye çalışılan, anlatmak, anlamak ve anlamlandırmak olmuştur. Gelişen düşünce sistemi ile birlikte insanın yazarak anlatmasının bir gereksinim olduğuna inanılmıştır.
    İnsanlar kendilerine özgü tepkilerle yaşadıklarını anlatırlar. Bu tepkilerden birisinin de yazmak olduğu söylenebilir. Hatta ruhsal bütünlüğü tehdit eden yaşantılardan sonra insanın bilinç dışı bir yönelimle, ruhsal bütünlüğünü ve ruh sağlığını koruyabilmek için yazarak anlatma gereksinimi duyduğuna inanılmaktadır. Çünkü insan yazarak düşüncelerini fark edebilmekte, onları düzenleyebilmekte, kendi içindeki dengeleri kurmakta, içsel gücünü verimli bir şekilde kullanmakta böylelikle de ruh sağlığını koruyabilmekte ve yaşamda varlığını konumlandırabilmektedir.

                                     Uz. Klinik Psikolog Ezgi YAZ

Kaynak: Ezgi Yaz, Yüksek Lisans Tezi, 2015, Yazma Becerisinin Gereksinim Haline Dönüşmesini Sağlayan Etkenler ve Bu Etkenlerin Türk Edebiyatından Örneklerle Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı



16 Aralık 2015 Çarşamba



 
 
 
              YAŞAM YOLU GALAKSİSİ VE TELESKOPLARIMIZ
           
          Hayatımızda hiç bir şeyin yolunda gitmediğini hissettiğimiz dönemler olur. Bu zamanlarda adeta her şey üst üste gelmiştir… Hatta bu zamanlar uzamıştır da… Aylar, yılları kovalar… Kendimizi kötü hissettiren olumsuz, depresif ruh halimiz üstümüze sinen kötü bir kokuya dönüşmüştür sanki… Hem kendimizi hem sevdiklerimizi rahatsız etmeye başlar… Hal böyle olunca zihnimiz beynimiz uyuşur. Farkında olarak veya olmayarak yaşamımızın kontrolünü tamamen koşullara bırakırız…
           Sanki dünyanın en şanssız insanıyızdır diye düşünürüz böyle zamanlarda… Sanki yaşamımızda hiçbir güzellik yoktur… Sanki hiçbir istediğimiz olmuyordur… Ve en kötüsü hiçbir şeyin kolay kolay düzelmeyeceği fikrinin ağlarına sarılıp umutsuzluk batağında diplere vurmaya başlamamızdır…
          Böyle ayların yılların ötesine geçen, bizi ağırlaştıran, yaşamımızı kontrol etmekten vazgeçtiren ruh halimiz oluyorsa bir durup düşünmeli… Acaba “Yaşamımızda yolunda giden şeyler neler?” “İstediğimde olan şeyler neler?” “Yaşamımdaki güzellikler neler?” “Hayata bakış açımın, böyle hissetmemdeki etkisi nasıl?” diye…
           Elbette hayatımızda çözümleyemediğimiz, yolunda gitmeyen şeyler zaman zaman var olacaktır… İnsanız nihayetinde… Sevinçler, mutluluklar, heyecanlar, başarılar, başarısızlıklar, inişler çıkışlar, zorluklar kolaylıklar, doğumlar, ölümler, kavuşmalar ayrılıklar, gönül alışlar, dargınlıklar, maddi ve manevi huzur ve huzursuzluk… Hayat böyledir… Güllerin arasında dikenler vardır, dikenlerin arasında güller… Hayatımızı gül bahçesi olarak görmek de hayatımızı diken bahçesi olarak görmek de elimizdedir, gül tohumları ekmek de dikenleri dermek de…
           Elbette bu söylediklerimi hemen hemen hepimiz biliyoruz… Ancak bazen bildiklerimize yabancılaşıyoruz, bazen de unutuyoruz yaşam koşuşturmacasında, onca işin gücün arasında…
            Dile getirmek, hatırlamak, yeni bir şey öğreniyor gibi dikkat kesilmek gerek bazen… Bazı yaşantılarınızın sürüklediği olumsuz ruh haliniz diken sarmaşıklarıyla hayat bahçenizi sardığı zamanlarda; gözlerinizi kapatın ve şimdi size anlatacağım bakış açısının hayatımızla ilişkisini gözlerinizin önüne getirmeye çalışın:
            Hayat gökyüzüdür. Bakış açımız da teleskop. Gökyüzünde bildiğimiz ve bilmediğimiz pek çok galaksiler vardır. Galaksiler içinde yıldızlar… Teleskopumuzu elimize alıp gökyüzünde herhangi bir noktaya baksak orada yıldız yoksa, biraz yana baksak yıldız yoksa, “Gökyüzünde hiç yıldız yok.” demek ne kadar gerçekçi olabilir ki? Teleskopumuzu etrafa çevirmek lazım, o zaman yıldızları görebiliriz… Bakıp da göremediğimiz yıldızlar da vardır, karanlık bir boşluk zannettiğimiz… Oysa orada daha gelişmiş teleskoplarla görülebilecek nice yıldızlar vardır… Hayatımızda olduğu gibi…
        Teleskopumuzu nereye çevirirsek orayı görürüz. Gökyüzünün tamamını gördüğümüzden ibaret saymak zenginliğimizi inkâr etmek, kendimizi yok yere üzmek olmaz mı? Böylesi karanlığa saplanan bakış açımızı değiştirerek uzayan depresif, mutsuz, huzursuz, umutsuz, keyifsiz ruh halimizden uzaklaşarak hayatımızın kontrolünü elimize almaya başlayabiliriz… Böylece yıldızlarımızın, karanlıklarımızın var olduğunu hayatımızın parçalardan değil bir bütünden oluştuğunu görebilir, güzelliklerimizi de yaşayarak hayatımızı olduğu gibi kabullenebiliriz…
                                                                                                     


                                                                                                    Ezgi Yaz
                                                                                             Uz. Klinik Psikolog
                                                                                            Psikolojik Danışman

12 Aralık 2015 Cumartesi

                                          

                                            
                                                   YENİ BİR YILA, 2016'YA GİRERKEN....
           Yeni bir yıl daha dayanıverdi kapımıza… Elimiz 2015 yazmaya tam alışamadan 2016’yı gösterecek takvimler… Eski yazılarımı karıştırırken bundan dört yıl kadar evvel Sevgili öğrencilerime yazdığım şu satırlar geçti elime… Yaklaşık bundan dört sene evvelki Ezgi’den bir yeni yıl mektubu olarak benimsedim şu yazımı… İnsanın eski yazıları ile karşılaşması ne hoş bir duygu… Kar fırtınasında, şömine başında eski bir dostla salep içmek, dertleşmek gibi… Cama vuran karları, şöminede eriyen ateşi izleyerek, odunların çıtırtısını dinleyerek, dost sıcağı ile ateşin sıcağı arasında ruhumuzdaki buzların eridiğini hissederek…
            Derler ya bugün yaşamımın geri kalanının ilk günü diye… Hakikaten de öyle… Her yeni gün, nice güzelliklerin tohumlarını belirsiz mevsimlerde yeşerten bir bahçe misali… Demem o ki hiç bir şey için geç değil hayatta… Her ne kadar yorulduysak, tükendiysek de yılların gölgesinde; içimizde saklı hayalleri olan gençler var… Yorgunlukları, kırgınlıkları geçince yeniden doğmayı bekleyenlerimiz var… On yıllar, beş yıllar değil ki mesele bir yıl bir gün bir hafta bile genciz sonrasından, nihayetinde… Zamanın göreceliği ile özünde yaşsız bir okura hitap eden bu yazımı sizlerle de paylaşmak geldi içimden, yeni yılınızı kutlamanın girizgâhı olarak…
            En içten sevgilerimle, hürmetlerimle…
           
                                  Uz. Klinik Psikolog Ezgi Yaz
                                                                                                 
Sözünü ettiğim yazım:
                                             MERHABA SEVGİLİ GENÇLER (2012)
              
            Bundan beş yıl sonra nerede, kimlerle, hangi konumda olmak isterdiniz? Nasıl bir yaşamınız olsun isterdiniz hiç düşündünüz mü? Daha önce düşünmüş olsanız bile kalbinizin sesine bir kulak verin, bakalım size neler söyleyecek… İnsanlar belli bir yaşa gelince hani hep der ya “ah keşke” diye… Tıpkı Cahit Sıtkı’nın şiirinde olduğu gibi:
GENÇLİK BÖYLEDİR İŞTE
İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
'Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye?
Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün.
Gençlik böyledir işte, gelir gider;
Ve kırılır sonra kolun kanadın;
Koşarsın pencereden pencereye.'
Ah o kadrini bilmediğim günler,
Koklamadan attığım gül demeti,
Suyunu sebil ettiğim o çeşme,
Eserken yelken açmadığım rüzgâr
Gel gör ki, sular batıya meyleder,
Ağaçta bülbülün sesi değişti,
Gölgeler yerleşiyor pencereme;
Çağınız başlıyor ey hâtıralar.
Cahit Sıtkı Tarancı
              Yıllar geçtiğinde bu şiirdeki pişmanlıkla değil de mutlulukla yad edin geçmişinizi. İşte bunun için şimdiden kendinizle baş başa kalın, iç dünyanızı keşfe çıkın… Kendinize sorun “ Şu an neredeyim, bundan beş yıl sonra nerede olmak istiyorum, neler yapmak istiyorum?” diye. Hemen harekete geçin. Zaman su misali akıp gidiyor, yetişebilene aşk olsun.
Uzun lafın kısası asla kendinizi ertelemeyin… Çok da nasihatımsı olduysa da bunlar affola. Gönlünüzce bir hayat sizinle olsun. Şimdilik görüşmek dileğiyle, sevgiyle kalın...

11 Aralık 2015 Cuma



"Dert, insana yol gösterir."

                               Mevlana



       "Dünyanın en büyük mutluluklarından biri, bana öyle geliyor ki fikirlerini, duygularını, izlenimlerini bir başkasıyla paylaşabilmektir."
 
                        Gogol, Bir Delinin Hatıra Defteri'nden


"Yaz geçer yine gelir,
  Yaz geçer iyi gelir sözcükler..."
                                                                
                                                              Murathan Mungan
                                                             (Yaz Geçer, İst. 1993 Metis Y.)


6 Aralık 2015 Pazar

4 Aralık 2015 Cuma

YARATICI ETKİNLİKTE BULUNAN ÇOCUKLAR

 
 
                                       
 
    "Eğer çocuk kavrayabildiği şeyleri, resim, şiir, müzik ya da dramatik oyunlar haline getirebiliyorsa, çocuğun anlayış gücü daha da canlı ve güçlü olacaktır. Çocuk için kavramları malzeme ile bağdaştırıp ifade edebilmek bir kıvanç kaynağıdır. Yaratıcı etkinlikte bulunan çocuklar;
 
1. Çevrelerini daha tam gözlemleyebilmekte,
2. Ayrımlaşma (discrimination) yetileri artmakta,
3. Ayrıntılarla ilgili olarak bellekleri güçlenmekte,
4. Nesneleri birbirleriyle ilişkili olarak düzenlemelerinde daha buluşçu ve özün olmaktadırlar."
 
                                                                  Prof. Dr. Haluk Yavuzer
 
Kaynak: Haluk Yavuzer, Resimleriyle Çocuk, İstanbul, 2012, Remzi Kitabevi.