20 Aralık 2015 Pazar




İNSANLAR NEDEN ANLATMA İHTİYACI DUYMAKTADIR?


İnsan, canlılar âlemi içerisinde yer alan biyopsikososyal ve sezgisel bir varlıktır. İnsanın biyolojik, psikolojik, sosyal ve sezgisel bir varlık olması onun idrak edebilme, düşünebilme, hissedebilme yetisini de beraberinde getirmektedir. Tıpkı diğer canlılar gibi biyolojik bir mekanizmaya sahip olan insan, çok karmaşık düşünebilme yetisi ile de onlardan ayrılan bir türdür.
Tabiatının gelişmişliği gereği insanın gereksinimlerinin diğer canlılara nazaran karmaşık ve çok olduğu söylenilebilir. Ancak tüm bu karmaşık gereksinimlerin temelini oluşturan motivasyonun, insanın hem kendini hem de diğerlerini anlamak ve anlatmakla ile birlikte anlamlandırma gereksinimi olduğu düşünülmektedir.
İlk çağlardan itibaren düşünüldüğü zaman "İnsanın kendisini ve başkalarını anlama ve anlatma eğilimi, merakı, insanın varoluşuyla başlamıştır denilebilir.
“İlk insan önce kendi yüzüyle, gözüyle, bedeniyle ilgilenmiş, bunları merak etmiş, durgun suya yansıyan görüntüsüyle kendisini anlayıp tanımaya çalışmıştır. Daha sonra bakınca kendisini gösteren cam ya da maden levhalardan yararlanmış, sonunda aynayı bulmuştur. Aynayla beden yapısını anlayan, tanıyan insan, ruhsal yaşantısını da anlatan, tanıtan aynalar tasarlamıştır." (Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, 2005, s. 20, Altın Kitaplar Y.) Bu aynalar da insanın kendini anlama ve anlatma gereksinimini karşılamak için kullandığı yollardan birisi olmuştur. İnsan, ilkel zamanlarda da medeniyetin ilerlediği zamanlarda da bu yolları çeşitli etkenlerle birlikte çoğaltmıştır. Örneğin dans etmiş, ritim tutmuş, müziğe başvurmuş, mağara duvarlarına resimler yapmış, dili üretmiş, konuşmuş ve yazıyı bulmuştur. İnsanın anlama gereksinimi, anlatma gereksinimi ile birleşerek insanın farklı anlatım yolları geliştirmesini sağlamıştır. Böylelikle insan, hem kendini hem diğerlerini anlamak için anlatma gereksinimi ile dünyayı anlamlandırmaya çalışmıştır.





İNSANLAR NEDEN YAZARAK ANLATMA İHTİYACI DUYMAKTADIR?


İnsanın düşünen bir varlık olması, onu diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan bir özelliktir. Bu özellik, insanın düşünebilmesi gelişmiştir. Nitekim düşünce ve dil, birbiriyle paralel bir gelişim seyri içindedir ki insan, dil ile düşünür. Aynı zamanda sosyal bir varlık olan insanın birbirleriyle anlaşma ihtiyacıyla ortaya çıkan dilin en önemli işlevlerinden birisi de düşüncelerini ve duygularını anlatma, diğer insanları anlama ve böylelikle de anlaşmayı sağlayarak varlığını dünya üzerinde konumlandırmasını sağlamaktır.
İnsan, dil ile anlatarak ve anlayarak türdeşleri tarafından anlaşılınca benliğini, varlığını anlamlandırır ve dünya üzerinde konumlandırır.
Bu yüzden tarih boyunca insan, kendini ifade etmek çeşitli yollara başvurmuştur. Örneğin, ilk çağlarda mağara duvarlarına resimler yaparak, çeşitli sesler çıkararak duygularını, düşüncelerini ve yaşantılarını anlatmış; anlaşılmak için çabalamıştır. Zamanla gelişen bilişsel sistem ve gereksinimler neticesinde harflere ve seslere dayanan dil ortaya çıkmıştır. Dilin konuşma ve yazma boyutu anlatma; dinleme ve okuma boyutuyla da anlama gerçekleşmektedir. Gerek resim, gerek ses, gerekse dil ile gerçekleştirilmeye çalışılan, anlatmak, anlamak ve anlamlandırmak olmuştur. Gelişen düşünce sistemi ile birlikte insanın yazarak anlatmasının bir gereksinim olduğuna inanılmıştır.
    İnsanlar kendilerine özgü tepkilerle yaşadıklarını anlatırlar. Bu tepkilerden birisinin de yazmak olduğu söylenebilir. Hatta ruhsal bütünlüğü tehdit eden yaşantılardan sonra insanın bilinç dışı bir yönelimle, ruhsal bütünlüğünü ve ruh sağlığını koruyabilmek için yazarak anlatma gereksinimi duyduğuna inanılmaktadır. Çünkü insan yazarak düşüncelerini fark edebilmekte, onları düzenleyebilmekte, kendi içindeki dengeleri kurmakta, içsel gücünü verimli bir şekilde kullanmakta böylelikle de ruh sağlığını koruyabilmekte ve yaşamda varlığını konumlandırabilmektedir.

                                     Uz. Klinik Psikolog Ezgi YAZ

Kaynak: Ezgi Yaz, Yüksek Lisans Tezi, 2015, Yazma Becerisinin Gereksinim Haline Dönüşmesini Sağlayan Etkenler ve Bu Etkenlerin Türk Edebiyatından Örneklerle Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder